Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağlamak Hakkı!

  Duygusal yanımı bastırmamı bekleme benden! Ağlamak cesaret ister! Bir baş kaldırıdır, isyandır ağlamak...Toplumun, seni; güçsüz diye yaftalamasına direnmektir.. Ağlayarak bağırmak, yakarmak yüzyıllardır kültürümüzün duygularına ayna olmuş ve feryat, figan, ağıt olarak adlandırılarak yaşamaya devam etmiş günümüze kadar. 21.yy da ne bu poker masası sendromları? Nedir bu kendini gizlemeler?Nedendir? Niçindir? Bilinmeden bu kayganlık ruhlarımızda?Kursağıma saplamaktansa bu kor gibi demir prangaları, göz yaşlarımla yıkarım günahsız yanaklarımı!..
En son yayınlar

Zihnin kafes kapıları..

  Herkes bataklıkta debeleniyor fakat sen; sadece kendi bataklığını tanıdığın için diğerlerinin bataklıkta debelenmediğini sanıyorsun...

Karanlık yokuş

  Gecenin kör edici karanlığında dipsiz, hışırtılı suyun kıyısında dalgaların devinimini hareketsiz izliyordu. Düşüncelerini sözcüklere dökemiyor içinde yükselen rahatsız edici hisleri kendine dahi açıklayamamak, rahatsızlığını arttırıyordu. Bedenini yorucu işlere kaptırıyor gücünü tüketene kadar çalışıyor ve yorgunluktan bayılmayı yeğliyordu. Bazen kumsalda, bazen bahçede uyuyakalıyor ve uyanır uyanmaz işe koşuyordu. Dur durak bilmeden kendine vakit ayırmadan günler, haftalar böylece geçti. "İnsanın  kendinden kaçması ne yorucu şey" diye düşünüyordu... Bu kusurlu içsel yalnızlığın inşaasına küçük yaşlarda başladığını fark etti. Bile isteye kendini konumlandırdığı bir durum değildi bu. Niçin? Neden? Bu hale bürünmüştü? Bilmiyordu...

Mesnetsiz Medeniyet

  Böyle kimsesiz kaldığımı hatırlamıyorum. Boğazımda bir yumruk, sıklaştırıyor parmaklarının aralığını. Dudaklarına bastırıyorum dudaklarımı ve gözyaşlarımı. Mutfakta dakikalarca sarıldığımız o anlar geliyor aklıma, tutamıyorum hıçkırıklarımı. Kuşkusuz, birleşmiş iki ruhuz biz. Bir bütün.. Gördüm.. Diş sıkışlarını, titreyen ellerini, direnen ayaklarını. Kahkahalarım yok oldu, kahkahalarınla.. Gözaltlarımın morluğuna gömüldü ışıltıları. Bu kez daha ağır daha yıkıcı çaldı ayrılık çanları. Sağırlaştırdı kulaklarımızı.. Gitme desem gitmezdin belki. Gel desen bileklerimde kilometrelerce politika prangaları! Kahrolsun tüm ülke sınırları!  Yok olsun yeryüzünden tüm ırk kavgaları! Sınırı ruhu olsun insanların ve yıkılsın ulus duvarları!  Medeniyet öğretemez bana yokluğunla savaşmayı...  Hayallere nem katan, tazeliğin katili böbürlenenler! Yeşeren umutları çürütemezler sevgilim!...  Yakında, çok yakında geleceğim...

Bir Şiir Defteri İçin

  Hayır! İlgi beklemiyorum ben Hüzünlü sayıklamalarına ruhumun, Alışkınım el çekmeye isteklerimden En uzak günlerinden beri çocukluğumun, Yazdıklarımdan da bir şey beklemem Fakat isterim ki yıllar sonra, Kısa, fakat isyancı bir ömürden Bir iz kalmış olsun onlarda Kim bilir belki günün birinde, Tüm sayfaları hızla geçerken, Takılıp kalacaksınız bu dizelere, Mırıldanarak: haklıymış, gerçekten; Belki o sevinçsiz şiir uzun süre Durduracak üstünde bakışlarınızı, Bir mezar taşının yol üstünde Durdurması gibi bir yabancıyı! ... # Mihail Yuryeviç Lermontov

Seçime doğru giderken, seçebiliyor muyuz??

Bir kaç gün sonra ülkemizin atmosferi ya “Soluduğumuz havadan memnunuz” nidalarıyla bezenecek ya da “Nefes alışım bile değişti” söylemleri ile değişecek. Peki; gerçekleştireceğimiz “seçim” eylemini ve bu güne değin yöneldiğimiz seçenekleri “Hiç bir baskı altında kalmadan, kendi hür irademiz ışığında, manipüle edilmeden ve yönlendirilmeden kabul ettiğimizi söyleyebilir miyiz? Bana kalırsa büyük çoğunluğumuz birilerinin elindeki iplerle yönlendirilen hayatını cambazının pençelerinden kurtarmak için boğuşuyor. En büyük mücadelemiz işte tam olarak burada başlıyor! Ayık kalmak… Algılarımızla oynayan ve bizleri peşinden sürüklemeyi hedefleyen ve amacına yüksek rakamlarla ulaşan en yaygın kaynak sanırım reklamlar. Reklam kelimesinin anlamına bakacak olursak her şey yeterince açık görünebilir. Reklam; “İnsanları gönüllü olarak belli bir davranışta bulunmaya ikna etmek, belirli bir düşünceye yöneltmek, dikkatlerini bir ürün, fikir vs çekmek ve o fikir ya da ürün ile ilgili tutumlarını değiştirm

Kabaran duyguların ardındaki kırlent..

  Şu rüzgarlar, dile gelse! Taşısa yanı başına hasretliğimi, Yatağına serse... Tir tir titretsede cılız bedenimi, razıyım...  Serin geceler, dudaklarımdan dökülen hüzünlü heceleri, dağı, taşı yaran, içimdeki kör olası ızdırap selini ulaştırmalı sana! Seferber olmalı, gezegendeki doğal afetler... Bu gün daha bi ayaz şehrin havası. Gün geçtikçe sertleşiyor bahçedeki ağaçların dansı... Kaç gün oldu bilmiyorum... Saymayı bıraktım... Geceleri, senden yadigar kırlente sarılarak uzanıyorum. Uykuya dalabildiğim gecelerin sabahında, kucağımda kırlent, sımsıkı sarılmış uyanıyorum. Bir annenin yavrusuna bedenini siper etmesi gibi... Öyle kıymetli... Senden bir parça, bir uzuv gibi... Bu sabah uyandığımda göremeyince panikledim! Yorganı eşeledim. Bakışlarımı yere yönelttiğimde, yerde, yatağın kenarına sıkışmış buldum onu! Biraz söylendim haliyle. Öfkelendim kendime! Usulca uzanıp, kucakladım, sarıldım... Muhtemelen pek bişey hissetmedi. Yaşananlardan, yokluğundan etkilenmedi, belki farkına varmadı