Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Eylemlerin imge zamanı

Gidişlerin terk sayılmadığı, sadece eylem olarak gitmenin, aşılamayacak durumların dahi üstesinden geldiği salt gerçektir.. Gerçekler insana benzer. Rahatsız ve huzursuz edicidir. Bu yüzden korkarız gerçeklerin peşine düşmekten. Ya da yüzleşmekten. Pençesiyle boğazını kavrayıp soluğunu keser ansızın.. - Neden buradasın? + Son zamanlarda ruhumdaki kramplar şiddetini arttırmıştı. - Peki ya şimdi? + Çatıdaki bir çatlaktan su sızıyor üzerime.. Yağmur dindiği zaman sızıntı duruyor - Onarmayı denemedin mi? + Zamanla öğreneceğim. Hem sızıntının merkezini hem de nasıl onarmam gerektiğini… - Her zaman bir kaçış yolu buluyorsun kendine. Giderek kendinden kurtulamazsın!  + Kaçtığımı da nereden çıkardın? İnzivaya çekildim.  - İnzivaymış. Hah, zırvalıyorsun doğrusu..  H.nin kasabadan uzaklaşmasına olan öfkesini kusmaya gelmişti. Aylardır H’ye ulaşamamanın gerginliğini hala üzerinden atamamıştı. Uzun süre sessizce oturdular. H. Elindeki ağaç dalını bir uzvuymuş gibi törpülüyor, nazik hamlelerle ölü

Bekleyen olduğun anlar..

  Beklemek ne kadar zor.. Üstelik beklediğini unutan birini beklemek.. Her şeyi hazırlayıp çağırılmayı beklemek saatlerce. Evden çıkacakmış gibi pişirdiğin kurabiyeleri kutuya doldurup, prizlerden fişleri çekip, kül tablasını boşaltıp, kedilerin karnını doyurup, sigara tabakanı doldurup.. Ceketini ve şapkanı, ayakkabılarını giyip evden çıkmaya müsait durumda saatlerce beklemek!.. En zor olan ise arayamamak bekleteni. Unutulmuşluğunu hatırlatmaktan korkmak! Kendiliğinden, düşünüldüğünden ve ya sevildiğinden hatırlanmayı bekleyip, hatırlanmamak.. Akrep ve yelkovanın yavaş ve sana acıyarak birbirini kovalamasını izlemek sağ bileğinde! Anca hazırlanır, bir kahve içip çıkar ve arar diye diğerinin durumunu, seni unutmadığını, müsait duruma henüz erişemediğinden seni aramadığını kurgulamak.. Ne büyük budalalık! Evdeki durumunu gözünün önünde canlandırarak kendine oyunlar oynamak, inatla beklemek.. Ne acı bir budalalık! Artık aranmayacağına emin olmana rağmen sokak giysilerini değiştirmeden be

Zamanın, durma zamanı..

  Zamanın, durma zamanı olsa ve bir zamanlar tekrar başlasa. Ya da bir zamanlar yok olsa, silinse zihnimden.. İninde saklanan katranlara saplanmış karanlık bir iç'ten ibaretim ben! Gölgem bıraksa temsili. Bir günlüğüne, dünüm ile hiçleşsem.. Susmayı, durmayı bilmeyen bir ben görsem aynalarda. Dünden izin istemeden sevsem onu, öylece kabullensem..  Zamanın, durma zamanı olsa keşke..  Herkes sakinleşse, bu kez ben delirsem..  Kavramların gamlı sokaklarında, araçlar vızır vızır geçiyor üzerimden. Ezildikçe korkuyorum yeni bir adımla caddede tökezlemekten.. Ve sonra en başa sarıyorum kavram kavgalarımı.. Bir olgu, anlam ve kavram eşi ile farklı yapılarda var olamaz.. 

Bulaşıcı bir psikoz nöbeti:İNSAN

  Yaşamın garipliği ve manasızlığı üzerine düşünüyor, öylece duruyordum. Her şey bir devinim halinde ilerliyor, dönüşüyor ya da geriye dönüp geziniyor gibi geliyordu. Sürekli etkileşim halinde, halkanın bir noktasını oluşturan kalabalıkların gücü hafife alınamayacak derecede göz kamaştırıcı geliyordu. Bu süratli bilgi akışı, ilişki dinamiklerinin ani dejenerasyonu ürkütüyordu beni. Hiç bir topluluğa ait hissetmeme durumum, ilişkiler üzerindeki motivasyonumu düşürüyor ve köşeme çekilip, kendimi eyleme seansları kurmaya itiyordu. Bir süre kedilerimi gözlemleyip, uzun saatler boyunca hiç bir şey yapmadan nasıl durabildiklerini anlamaya çalıştım. Sonuç olarak bu durağanlığın ev kedilerine özgü "güvenli ortam" onayı ile ilintili olduğu kanısına vardım. Peki biz insanlar için güvenli bir ortam yaratmak mümkün müdür? sorusuna çıkıyor yolumuz. Hayatlarımıza bir göz atalım.. Güvenli ortam neresi sizin için? İlk akla gelen "ev" "özel yaşam alanı" olabilir. Kendimize

Eylemlerin Karanlık Yüzü

  İnsan, e ylemlerini nasıl hayata geçireceğini ve eylemin sonucunu düşünür, fakat o eylemi neden gerçekleştirmek istediğini sorgulamaz.. Alt bilinç unuttuğumuz ya da hatırlamak istemediğimiz her duruma bir kılıf uydurup yeni bir heves olarak önümüze sunar. Yeni bir istek yakaladım diyerek balıklama dalarız veya yeni bir düşünce. Ki düşünmeyi unuttuğumuzun farkında olmadan sımsıkı sarılırız bu düş görümüne. Tüm dünyaya açılan pencelerimiz iç dünyamıza olabildiğince kapalıdır. Eylemleri ve istekleri mağruz kaldığı uyaranlar yönlendirir. Zihin inzava anını yakaladığında bir çoğunun farkına varabilir. Banyoda geçirilen zamanda insan ıssız bir çölde gibi kendisiyle ilgilidir. Bir çok fikir, düşünce, yargı gibi zihinsel yolculuğun sınırları kısa süreli olsa da zorlanır. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki uyaranlara en az maruz kaldığımız yer banyoda geçirdiğimiz anlar. İnsanın aklına günlük rutinler ile meşgulken gelmeyen fikirler vs nin neden banyoda geldiğini kavramak ve bu kısa süreleri

Akışkanlığını kaybetmiş insan hayatı

  -Güzel miyim?  +Olabildiğince ve yetirince güzelsin.. İşte köyü bu yüzden seviyorum. Olduğun gibi kabul ediyor seni.. Fakat insanlar öyle mi? Var oluşuyla eziyor, çiğneyip tükürüyor diğerini. Hep tetikte geziniyor parmaklarımız. Karanlıkta üstü örtülüyken göz perdelerinin, yara almamak için yaralamayı seçiyoruz.. Ansızın oynağımız at yalnış çıkıyor, yeniliyor yarışta. Ve haykırıyoruz inatla "İnsan hayatı akışta" .. - Akış yanılsama mı ? + Hayat akışta olabilir fakat insan devreye girdiği zaman tüm denge bozulur. Düşünmediğimiz her hangi bir durumla karşılaşmak ya da yüzleşmek bizi rahatsız eder. Bunun sebebi akışa ayak uyduramamız ve bir kurgu üretmeden hareket kabiliyetimizi kullanamamız. İnsan, her zaman bir kurguyu yaşar. Düşünülmüş doğru ve yanlışlarımızla ilerlemeye zamanı eğmeye çalışırız. Bir sistem kurar, ona inanır ve gerçeğimiz yaparız. Bu gerçekliğe ikna ettiklerimizle aynı yolda yürür, ikna edemediklerimizi öteki yapar savaşırız. Kiminle konuşsam hep haklıdır. H

Beyaz Tebeşir

  Güneşin en yakıcı saatleriydi. Ağaçların gölge oluşturduğu yerlere itina ile banklar yerleştirilmişti. Bank ve havuz başından insan akıyordu adeta. Bir çok dükkanda insanlar yığınlar oluşturmuş bilimum erzağı yağmalıyor, indirimli ürün kapışmaları çekişmeli geçiyordu. Közlenmiş darı kokusu hafif esintiler eşliğinde insanın nevsini gıdıklıyor, küçük çocukları mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Elinde beyaz  tebeşirle meydanın en kalabalık bölgesine geçti. Yere boş bir daire çizmeye koyuldu. Etrafından ona bir saniyeliğine bakıp yoluna devam eden insanlar geçiyordu. Aldırmadı. Daireyi çizmeye devam etti. Ne yaptığını anlamaya çalışan çocuklar annelerinin elinden kurtulup dairenin yanına koştu. Azar işiterek annesi tarafından sürüklenenler uzaklaşmaya başlamıştı. Neredeyse bir buçuk metre büyüklüğündeki dairenin çizimini tamamladı. Meraklı kalabalıktan aralıklarla sorular geliyordu.  -Evladım ne yapıyorsun?  +Çocuklarla oyun mu oynayacaksın?  Aralarında konuşanları duyuyordu. #Etraftaki ç

Aramızda şehirler uzanıyor..

Gözlerime değen gözler yansımanla karşılaşıyor Gecenin karanlık tonlarında dahi binlerce sen büyüyor göz bebeklerimde. Güneşi delip, Ay'ı selamlıyorum  Silüetini taşıyorum gölge niyetine Rüzgarın eteklerinde sarsılan sazlıklar yoldaş oluyor Kucak açıyor hasretliğime. Ilık bedeninin kokusu salınıyor Ciğerlerime çekiyorum tek nefeste. Şehirler uzanıyor aramızda Kafesimizin kapıları açık Bir adımda çıkılamıyor içinden Adın dökülürken dilimden Duyuramamanın endişesiyle lal oluyorum yeniden..

Saçılan herşey diğerinin tekrarıysa yaratıcılığa yer yok demektir..

Kapıyı açtığımda, bir kaç adım sonrası duvarla karşılaşacağımı anladığımda arayış başladı. Hemen bir kapı daha bulup, oturabileceğim yumuşak zeminle, oturma organımı yürürlüğe koydum. İnsanların ağızlarından harfler dökülüyor, onları toplayıp tekrar yutuyorlardı. Geviş getiren insanlarla henüz yeni tanışıyordum. Harfler neredeyse aynı renk ve ebatlarda seyir halinde, ağızlarından yere, yerden el yordamıyla tekrar ağızlara tıkılıyordu.  Çoğu harf cam gibi saydamdı. Aralarında nadir de olsa gri tonları görebilmiştim. Konuşulanları anlayamıyor anladıklarımı gereksiz buluyor ve ortamın negatif enerjisinden auramın kirlendiğini hissediyordum. İçimden şarkı söylemeye ve olayları izlemeye koyuldum. Hiç noktalama işareti göremedim. Eğilip çorabımı düzeltiyor edası takınarak nokta, virgül, soru işareti varmı diye kontrole başladım. Şaşırdım. Hiç bir işarete rastlamamıştım. Cümle başlarını yakalayıp büyük harflerin izini sürdüm bir süre. Bu iz sürüm de istediğim sonucu elde edememenin yılgın üzü

Yokluğun başlangıç noktası

Ölümü hatırlatır ayrılık!  Geri dönmenin olanaksız olduğu kıyılarda.. Seni tanıyanların hatırında kalırsın. Boylu boyunca uzanır adın Donuk dudaklara. Bir fısıltıyla haberi yayınlanır kapkara sayfalarda Olasılıklar silsilesi sis gibi çöker, yayılır..  Yokluğun siner eski üniformalara  Ve sonra yokluğun bile yok olur  Gömülür sessiz harflerin arasına..  Aralarında cansız gezdiğin günler, diriliğin önemini vurgular belki! Belki fark etmez, alışırlar Herşeye alıştıkları gibi..  Duru bir ıslaklık belirir bazı göz pınarlarında Kurur zamanla.. Nefes almaya devam ederken sen Üstelik rüzgar saçlarını okşuyorken hala Ve inatla yağmur damlaları ıslatırken sıcak bedenini İlan ediyor olacaklar yokluğunun haberini!  Kim bilir?  Kaç kişi solduracak varlığını kurak gönlünde Kaç kez masal gibi anlatılacak ardından  Hakkında akılda kalanlar..  Terk başladığında, ölü bedenin salınır  Büyür göz bebekleri..  Geriye sadece, Adın kalır Tadın kalır  Dokunduğun yüreklerde..

Haber..

Yanıyordu dipdiri vücudu. Tir tir titreyen elleriyle tuttu soğuk bardağı. Islandı dudakları. Soğuk suyun ferahlığı ağzında gezinerek boğazına doğru indi hızlıca.. Göz yaşları sel etkisi yaratmıştı yüzünde.. Durmak bilmeyen ve hırçın bir seldi bu.. Kirpiklerine tutunamıyordu damlalar. Birinin üzerine diğeri biniyordu..  Yüzüne bomboş bakıyordum. Onunsa gözleri ıslaklıktan açılamaz haldeydi. Bardağı tutup ağzına götürmesine yardımcı olmaya çalıştım. Onun elleriyle benim ellerimde titremeye başladı. Acıyı paylaşmak mıydı bu? Bilemiyorum..  Bir tek kelime döküldü kıvranan dudaklarından. Kekeleyerek.. Zoraki bir ses, iki hece.. "Anne" .. diyebildi sadece.. Taburenin üzerinde oturuyordu. Eğretiydi duruşu. Vücudu ne yapacağını bilemez halde..  Bir elinde sigara tabakası vardı.. İnsan acıdan inleyemez haldeyken nasıl yakacaktı sigarasını? Çakmak parmaklarından kayıp giderdi. Bu kopuk düşünceler aklımdan geçerken ne yapmam gerektiğini bilemez halde orada öylece durmuş, ağıt yaşlarını

Duman grisi kedinin anısına..

  Sıkı sıkıya bağlandığın bağların ellerinden kayıp çözüldüğü an, yer yüzünden silinmesini istediğim an olarak geçiyor litaretürümde..  Acının her tonunu görüyorum çıplak gözlerimle..  Düzensiz yollarda buluyorum kendimi..  Basabildiğim kadar yüreğime beton döküyorum  Aşamadığım yerde önüme  toprak seriyorum. Herkesin gizlediği kötü haber kulaklarıma çarptığında Ruhumu örse yatırıp eziyor, tüm gücüyle..  Yokluğun yarattığı derin boşlukları göğsüme tepiyorum Kayıpların soğuk edası korkutuyor beni İçim boşalıyor, kurutulmuş fıstık gibi.. 

Saksı bitkilerimin gün ışığı

  Topuklarım deliniyor, yalnızlığa koşarken Hırçın dalgalardan kurtulmuşcasına sığınıyorum limanıma. Kaos sersemleştiriyor düşüncelerimi Göğe kaldırıp başımı, Bir kez daha bakarak arınıyorum riyakar yanımdan Bağcıkları çözülmüş ayakkabılarımla koşmak zorlaşıyor, Kalabalıklar içinde. Oysa içimde, daha büyük bir kalabalık pusuda, Bekliyor yalnızlığın siren sesini. Duyduğu anda dört nala koşuyor  duygularım Elim kalemle buluşuyor Parmak uçlarımdan binlerce "sen" dökülüyor.. Sayfalar hiç olmadığı kadar temiz Korna sesleri rahatsız edemez halde Düşümde sen geliyorsun bana  Bölünüyorum  Çoğalıyorum  Sarılıyorum Duygularımın tutsak yalınlığına.. Tan ağarıyor şimdi Hafifçe sızlayan yara gibi. Varlığın, gün ışığı saksı bitkilerimin Pencerenin tüllerini aşan Yeşile hayat bağışlayan Gün ışığı.. 

Bitmek bilmeyen inşaat sesleri

 "Ne güzel doğanın ortasında çalışıyorsun" dedim. Çalışmakta olduğu yeri gösterdiğinde. Oysa çoğumuz ben de dahil tüm günü duvarlara bakarak geçiriyoruz. Ve bitmiyor inşaat sesleri. Her gün yeni duvarlar dikiyoruz boş gördüğümüz yerlere. Öyle korkuyoruz ki göğün güzelliğinden, ölesiye çatılar inşa ediyoruz..  Tepemizde bir çatı yoksa toplum tarafından yadırganıyoruz. Yeni tanıştığımız insanlar, önce duvar ölçülerimizi alıyor sonra bulunduğumuz betonların mevkii kalitesini denetliyorlar. Kocaman pencereler, bembeyaz duvarlar, uyum içinde olduğu düşünülen tek tip ve tek renk eşyalar ...  Yaşadığım kafesi ziyaret edenler arasında hoşnut olmayanları görüyorum. Beklenenle karşılaşılmayınca ekşiyor suratlar. Ne kadar renk katsam da tatmin etmiyor beni bir vadi kadar.. Özenle hazırladığım kafesimden yazıyorum bu gün, içime sığmayanları.  Vakit güneşi batırma sularında Pencereden bakıyorum  Ve  sadece küçük bir aralıktan görebiliyorum gökyüzünü.  Karşımda duvarlar,  Ruhumda nisan yağ

Varlığın değeri üzerine

 Yokluğun bıraktığı esrarlı hisler belirginleştiriyor değer yargılarını.. Kıymetsiz kıymık parçalamıyor, kanatmıyor parmak uçlarını. Acının derinliği, farklı kılıyor varlığını...

İçimde yeşeren bir bitki.. Aşk mıdır bu? Aşk nedir ki?

  Dikiz aynasından denize bakmak gibi bazı duygular.. Öylesine kör, öylesine düşünülmemiş..  Oysa sırtını çevirip baksa, koca bir gökyüzü ve uçsuz bir deniz var gerisinde.. Ötesini düşünmeden dalmalısın suyun derinine..  Derinin altında hissetmelisin ritimleri..  Hissetmelisin aldığın her nefesi..  Zaman akıyor bir şelale gibi..  Köksüz bir lale olmamalısın bu toprakta!  Kantarın dolup taşmalı hayranlıkla.. Baktıkça iştahın artmalı yaşama Çoşmalısın her dokunuşta..  Bir adamın bakışlarını gözetlerken Ya da düşüncelerini gözlemlerken, Varlığına teşekkür etmektir sevmek.. İçinde hissetmek tüm kargaşayı Ve o kargaşadan aldığın hazzı, doruklarında.. Oluk oluk sızıyor cevapsız ve cezbeden sorular Aşk mıdır bu?  Aşk nedir ki?  Kim adlandırıyor hislerimi?  Kim sınırlandırıyor cümlelerimi?  Yeni bir tamlama üretmeli isimsiz duygulara Sınırsız kuraklıkta koşan taylar gibi gözlerim, Sana her değdiğinde..  Başım omzuna düştüğünde  Dönüyor hulahoplar ince bellerde Bana her geldiğinde  Islatıyor ya

Kaskatı ruhların yarattığı boşluktan harabeler

  Bir başarızlık öyküsü insanlığın yeryüzündeki varlığı..  Sahi başka bir canlı daha var mı tüm yaşamı yok etmek için bu denli çalışıp didinen? İnsan değil mi üzerine bastığı toprağın diriliğini dahi hissetmeyen? Kendine gereksiz zo runluluklar yükleyen.. Ve üstelik bu durumdan şikayet eden..  Çok zor insan olmak.. Yok ediciliği temsil meclisine sahibiz. Kendimize sahip değilken üstelik..Üstelik üstünlüğümüzü kanıtlamış olmamıza rağmen doyumsuzluğumuzu dizginleyemiyoruz..  Ürettiğimiz herşeyin kölesiyiz ve bu durumu asla sorgulamıyoruz.. Sosyal statümüz ve paramızın miktarı ne kadar yüksekse kendimizi o kadar güçlü ve değerli hissediyoruz. Her birimizin üzerinde fiyat etiketleri gizli. Çevremize fiyat etiketinin miktarına göre piyonlar yerleştiriyoruz..  En çok poh pohlayanları başımızın tacı yapıyor, eleştirel yaklaşanları lanetletlerle uğurluyoruz.. Aciz durumdayız doğrusu..  Sorgulayanları deli diye yaftalıyoruz.. Bence, hayat dediğimiz sıra dışı yolculuğumuza önce kendi varlığımız

Uzlaşılamayan ve ulaşılamayan sessizlik

  Ayak uyduramıyorum düzene.. Dengimi bulamadıkça soyutluyor, silikleştiriyorum varlığımı..  İçime çekiliyorum..  Bir ritim tutturuyorum zihnimde, yankılarıyla bütünleşiyorum. Gözler görmek istediğini görüyor, Kulaklar ağızdan dökülenleri değil kendi zihnini duyuyor. Bazı durumlarda yetmiyor anlaşmak İnsan anlaşılmak istiyor.. Yanlışların yalnızlığını yaslıyorum omuzlarıma. Yadsınamaz gerekçeler geçiyor aklımdan Sadeleşmek istiyorum..  Akışa yetişemiyorum Gerekçelerim batıyor ayak tabanlarıma Gerçekleri görmezden gelemeyişim ıssızlaştıyor davranışlarımı. Spotlar yanıyor, gün geceye dönüyor İçimden çıkamıyorum.. 

Dilek, istek kutusunda bedenler

  İstekleri yerine getirilmeyen biri hemen gardını alabilir. Cepheler inşa edip, saldırıya geçebilir. Bu nedir? Ne çeşit bir savunma mekanizması? Etrafımızdaki herkesi onaylayıp isteklerini yerine getirmek zorunda mıyız? Neyiz birbirimiz için? İtaat delisi köleler mi? Ya da eş, dost, arkadaş, kardeş mi? Bir talebi onaylayıp "Evet, Tamam" yanıtı dışında "Hayır, Olmaz" deme hakkımız yok mu? Hayırlarla uğurlanıyor muyuz yoksa gönüllerden? Bu kadar itaatkar olma emrini bize kim verdi? Kim işledi nakış gibi beynimize bu yersiz kuralları? Kim ördü bu onaylama anlayışını? Kendi fikri yokmu bu köşkte serçelerin? Dili olsa da konuşsa tüm ev kedileri! Biraz serbest bıraksak ya birbirimizi.. Tercih hakkı serpsek sevdiklerimizin avuçlarına.. Ellerimizde kamışlar, bardaklarımızda pipetlerle son damlasına kadar tüketmesek sıvılaşmış kararları..  Yakın zamanda yeni biri girdi hayatıma. Davet cümlelerime "istersen" ile başlıyor bazen "dilersen" ile devam etmeme

Kurguda yaşayan giderek kuruyan bir kuyu.. Ah insanlık..

  Kurgusal bir düzenin içinde yaşıyoruz. Seçimlerimiz, isteklerimiz, heveslerimiz çoğu zaman sahte ya da bir şeylerden kaçış. Sıkışmışlığımızdan bir an olsun sıyrılmak için kararlar alıyoruz. Bunu istemsizce yapıyoruz bazen. Bazen ise kaçmış olmak için uzaklaşmak için tercih ediyoruz bazı yönelimleri. Anlayışsız insanlara kör, sağır ve dilsiz olmak geliyor içimden. Kendini kandırmak için yaşayanlara tahammülüm sıfırın altında -15°.. Benliğinden uzaklaştıkça empati yoksunluğundan kuruyan bedenlerin ipini çekmek istiyorum. İstiyorum fakat içimde gezinen bir kurtçuk durduruyor beni. Tane tane anlatmaya çalışıyorum. Görebilsin diye gerçeğini.. Ellerine büyüteç tutuşturmak istiyorum.. Kendine dön, kendine bak, kendini sorgula, kendini gör diye çığlık çığlığa bağırıyor iç sesim..  İnsanlığımla ve insanlarla uğraşmak yoruyor zihnimi. Bile isteye çukurda buluyorum kendimi.  Ne çok konuşuyorum, ne çok biliyorum, bir o kadar çok hata barındırıyorum küçücük bedenimde. Korkuyorum herkes gibi. Hırs

Eriyen gezegenin sessiz çığlıkları

Yaşamın cazibesi sonrasızlığında gizli.. Ve sonsuz olasılıklarda..  Vedaların çarpıcılığı soluk kesiyor, Bilek büküyor yalnızlık, dibimizde yeşeriyor.  Harabe bir binanın kapı eşiğinde tütürülüyor sigaralar, Her nefeste enfes tadı taşıyor ciğerlere zehirli kamışlar. Giderek uysallaştığımız yazıyor büyük puntolarla,  Yalanın her harfi mevcut olan gazetelerde..  Hızlı adımlarla benliğimizden uzaklaşıyoruz. Uzlaşmanın mümkün olmadığı konuklar ağırlanıyor yayları paslanmış kanepelerde. Haddini aşanları sessizce taşıyoruz sırtımızda.. Şuurunu konteynır kenarına bırakıp kaçanlar oluyor İnsanlığın vadesi doluyor yavaş yavaş! Ödenemeyecek bedellerin altında kalıyor bedenler Günü geldiğinde sarısılacağız sahteliğimizle..  Göremiyoruz.. Üzerinde durmadığımız durumlar  durdurcak gezegeni!

Karanlık saatlerin derin yoksunluğu

  Derdini anlatamayışın dermansızlığı var ayak tabanlarımda.. Kayışı koparmış kimileri.. Bir adım gidilemiyor ileri.. Karanlık kelimeler kusuyor ses telleri.. Kurtlanmış elmalar sallanıyor dallarımızdan, Ötekine ait olanı koparmaya korkuyoruz.. Dikenli budaklara kukla oluyoruz.. Boğazlardan sökülen salyalar, ağızlardan akıyor.. Göz kapaklarımızı tiksinti aralıyor.. Ah, içimizin kiri bulaşmış bembeyaz çarşaflara! Terk etmiyor çamurlu ayak izleri kilimleri Silinmiyor lekeleri.. Gözlerimizin bantlarını sökmeden, Çökmeden gece Ay'ı çekmeden yeryüzüne Karanlığa kapılmış yürekler..  Alevler içinde yanacak çıplak bedenler!  Ellerimiz isli.. Kıymıklar batıyor avuçlarımıza, Odunları taşıyoruz. İçimizde yeşertiyoruz  kıyımları. Soluduğumuz hava öfkeli!

Kusuru kusan otlaklar

  Sert bir mevsimden geçiyoruz, insanlığın kurak topraklarında.. Bazıları güneş ışığına bazıları ısısına hasret.. Tohumu kin olan tarlalarda ekinler filiz veriyor. Nefret ağaçları çiçek zamanında.. Ruhumun barajları boşalıyor gün geçtikçe Nereye taşıp akacağını kestiremiyorum.. Boşlukta dolaşıyor sesim.. Kulaklara çarpmadan cümleler, yenisi kuruluyor kucaklara. Deri altına işleyecek bakışlar ilişiyor peşi sıra Geveze diyorlar çiçek döken rüzgarlara Dengeyi sağladığını kabul etmiyorlar! Dengini bulan saldırıyor bir hücumla. Yetişmeye çalışıyorlar ışık hızına..

Bir kedim olsa derken.. Kedili Ev

  Küçük bir apartman dairesinde kedilerinizle yaşıyorsanız tüm alanların onlara ait olduğunu ve her köşeyi istila edeceklerini bilmelisiniz. Mutfak tezgahı sadece başlangıç. Bir gün buz dolabının üzerinden size bakan bir çift göz görürseniz şaşırmayın.. Kara kedilerin uğursuzluk getirdiği henüz patlatılmamış bir balon. Tamamen safsata olduğunu düşünüyorum. Bence  şans getiriyorlar. Aynı zamanda çok asil ve uğraşılmamış bir güzelliğe sahipler. Gerçi tüm hayvanların ortak özelliği güzellikleri.. Bütün günü uyuyarak geçirip, sürekli yemek yiyen bir varlık nasıl bu kadar kusursuz ve güzel olabiliyor anlayabilmiş değilim. Hayvanlara olan hayranlığım buradan geliyor. Ve bu yüzden özellikle kedilerin uzaylı olduğuna inanıyorum..  Mobilyaların arkasına saklanıp sizi oradan gözetlediklerine şahit olabilirsiniz. Kediler küçük şımarıklıklarla sizi sürekli ve durmaksızın şaşırtan, evde bir atraksiyon havası yaratan canlılardır. Çekmeceyi açtığınızda kedinizi orada bulabilirsiniz mesela. Oraya nası

Zihnin kafes aralığı

Tüm hatlarıyla belirgin mi yokluğum?  Bir civata mıyım ya da bir somun? Gökyüzünün Ay'ı, karanlığı delen kuyruğunu koparmış bir yıldızım..  Acımasızım kısmen, aynasına küsene.  Damarım tutuyor küflenmiş çiviyi çakana! Öfke nöbetlerim askıdaki ipi kesene, üstelik ıslak çamaşırlar var iken.. Yönüm yolum belirsiz.. Tarif edenler var amaçsız..  Bu kadar acı olmaz kampçısız Bir kırbaç verin elime ..  

Paradoks tanrıçası yabani ısırgan otu

  Taze kokular birikmiyor artık sessiz günlerde.  Yerini yadırgayan yabani bir ısırgan otuyum, kuytu zeytin diplerinde.  Öyle heybetli bir gölge ki rüzgar izin istiyor esmeden önce.  Kemik kadar sert kökleri karışıyor köklerime.  Oysa ben yabani bir ısırgan otuyum sadece.. Isdırap içinde bekliyorum üzerime düşecek yağmur zerresini.  Özlemle anıyorum güneşi.  Kimileri anlamlandıramıyor bir paradoks içinde sürüklendiğimi.  Her ağaç dibinde, her iklimde, her toprakta yeşerdiğimi düşünüyorlar..  Var oluş sancımı, sanrı sanıyorlar..   Dikenli tellerle örülü toprağımın kıyısından, Duvarların ardına sığınan ürkek bedenleri izliyorum.. Her gün yeni ve bir öncekinden daha kalın tuğlalar ekliyorlar. Dikenlerimden sakınıp korunmak istiyorlar.. Oysa ben yabani bir ısırgan otuyum dağ eteklerinde salınan..  Türküsü dahi olmayan,  dokunan teni yakan yabani ısırgan otu!  

Bantları kararmış gözlüklerin ardındaki görüntüler

  Tutunacak bir şey bulamıyorum bu günlerde. Ansızın yere kapaklandığımı hissediyorum. Sesim kısılıyor, başımı çeviriyorum. Gördüğüm umarsız davranışları eleğimden geçiremiyorum.. Hoş olmayanı taşımıyor ayaklarım. Zedelenmiş hislerimi adlandırmaya çalışıyorum. Öfkelendiğimi fark ediyorum önce. Sonra kendime kızdığımı ve halime üzüldüğümü görüyorum gözlerimde.. Anlamadan yargıları doluyorlar boynuma. Ve fark ediyorum anlaşamıyorum insanlarla. Kaostan beslenmiyorum. Savunma durumunda bocalıyorum. Kirlenmiş hissediyorum... Uzaklaşıyorum.. Fakat uzak durmuyorlar.. Dedim ya anlamıyorlar.. Sirenler çalıyor zihnimde. Koş diyor uzaklaş! Nereden, kimden, hangi birinden uzaklaşmalıyım? Daha nasıl eğitebilirim kendimi? Neyi tamamlamalıyım?  Nasıl değiştirmeliyim sistemimi? Bilemiyorum.. Anlayıp sırtı sıvazlandıkça şişirilen balonları teker teker patlatmak istiyorum. Yine duvara tosluyorum, yapamıyorum. "Seni anlıyorum" diyerek dinlemeye dahi yeltenmeyenlere seslen

İsimsiz odalarda barınma evreni (Devrim)

  Yaşadığın dairede konforlu musun? Hangi mobilyayı alacağına ve ne amaçla kullanman gerektiğine karar verebildin mi? Koca bir yanılsamanın içinde olduğumuzu göremeyecek kadar körleştiriyor bizleri bu düzen! Odalara isim koyan şahsı ah bir bulabilsem... Yatağın odasının olduğu bir dairede senin yerin tam olarak neresi? Oturma odası, yatak odası, misafir odası, yemek odası böyle uzayıp gidiyor liste! Yalnız, ev arkadaşınla yada partnerinle y aşadığın dairede bu kadar eşyaya ihtiyacın var mı gerçekten? Şöyle bir bakıyorum da çoğu insanın dairesinde ihtiyaç fazlası veya misafir için alınmış o kadar çeşitli eşya var ki! Televizyon izleyerek uzanmak için ayrı bir kanepeye ihtiyacım olduğunu kim, nasıl empoze etti beynime? Tek bir odada hem yatağım hemde kanepe barınamıyor öyle mi? Çok gülünç bir hadise ... Maddi gücün nasıl bir pozisyonda olursa olsun bu odaları doldurarak görevi tamamlaman gerektiğini düşünüyorsun.. Peki neden? diye sordun mu hiç kendine? Kim yazdı bu görünmez kuralları

Gökkuşağını griye boyayanların günü

  Düşündüğümden de zor oldu adaptasyonum. Ruhumu dizginleyip daldım aralarına. Sokak sokak gezdim bedenleri. Bir bedeli vardı elbet. Asimile olmaya başlamıştım. Düşünmeden ve üşenmeden sözcükler dökülüyordu ağzımdan. Tüm kartları suya bastım. Kıyıda köşede kalanlar olmuş. Eksikleri tamamladım. Değerlerimi yargılayanlara tıkadım kulaklarımı. Vasiyetini yazmaya zamanı kalmamış bir çöp olmaya başlamışım. Ne garip.. Oysa katkısız karmıştım hamurumu. İlmek ilmek işlemiştim içimdeki yünleri. Ah bu boş boğaz günleri Ah bantlı gözler Vah haline düşünmekten aciz beyinler.. Diğerini kampçılayarak gün tamamlayan bağırsak kurtları Ötekine gelecek sırayı bekleyen yaban çakalları.. Ağzından çıkanı filtrelemeye yeltenmeyenler Ah dünya hali diyerek, dünyayı bu hale sokan toplu iğneler... Zafer bugün de sizindir! Armağan ettik sessizce.. Adeletsizliğimin canına yağsın tüm yağmurlar! Yakmaya çalıştığım sigaramı söndürsün adsız rüzgarlar! Yanıltıcı teraziler.. Ah soğukta üşüyenler Vah h

Apseli düşler ve akneli ruhlar

  Düşlerindeki apseler etkiliyordu günleri Hastalıklı gülüşler ilişiyordu dudaklarına Ruhunu hissetiğin an'ları kamçılıyordu.. Tüm gücünle unutmaya çalışıyordun varlığını.. Bir yandan ücrasına inip, tutup çıkarmak istiyordun Sakladığın acının damıtılmamış saflığını... İnsanlığının zırhını eritiyordu bazen bu durum Farkına varıp geri sarıyordun sarmalı .. Yüz hatlarına ağlamak yakışmıyor diye Gülümsüyordun hep, sisli gözlerle. Saklandığın yerin yolunu unuttuğun oluyordu bazen. Bazen de histerik bir istekle saklanıyordun.. Kim saklanmıyor ki tenha sokakların gizemli karanlığına? Görüyorum bastırdığı ne varsa denize dökenleri! Geceye sığınsalar da yakalayan birileri çıkıyor illa ki Bu kalabalıkta sır tutamıyor insan! İçimizdeki canavarla savaşırken, aynı zamanda üzerimize geçirdiğimiz kusursuz zırhlarımızla günü kurtarmış gibi yapıyoruz sadece ... Yanıltıcı ve bol aldatmacalı ilişki gocukları örüyoruz bedenlerimize Dairemize girdiğimizde sıyırıyoruz tüm riyakar katma

Çeşnilendirilmemiş Sevginin Özütü

  Sana sevgim kaşına gözüne değil Kabuğuna aldanmadım. Gülüşünün duruşuna değil, sahiliğine kandım Davranışının güzelliğine değil Sebebinin derinliğine daldım. Öyle mavi bir denizsin ki eşsiz parıltıların Kıyıya çarpan koca bir müzikal dalgaların..

Yaşamak için kaldırılmış göz perdeleri

  Oysa ne çok çırpınıyoruz anlatmak için, dinleme gayreti gösterene.. Askılardan kaldırmak istiyoruz göz perdelerini. Ritmi duyan var mı sessizlikte? Yoksa uyuyor musunuz? Günün her saatinde, Başınız yastıkla buluşmadan.. Kavuşmadan cümleler noktalarına kıyametler kopuyor damaklarda. Tutarsızlık yerlere düşüyor, Dudak aralığı uzadıkça.. Bu gece "sükunete davetlisiniz" diyorum, Clup sanıp başlıyorlar dans etmeye. Gülümsüyorum.. Susuyorum.. Yaratıcı kelimeliri cımbız yardımıyla topluyor, teneke kutuma yerleştiriyorum. Sigaradan zararlı kelimeler çarpıyor kulaklarıma Ani bir sağırlık sarsıntısı geçiyor Geçip gidiyor öylece. Zamanla unutuyorum maruz kaldığım duyumları. Duyarsızlaşıyorum çoğu zaman, Zamansız kurulan cümlelere.. Oysa bazı kelimelerin derin anlamları var Biliyoruz.. Fakat sığlığımızdan sıyırıp atamıyor İnatla dillendiriyoruz Yitiriyoruz anlamları.. Düzensiz cümlelerde tüketiyoruz derinliği.. Erkenden uyanıp, ayılamıyoruz. Nefes alıyor ve b

İlikleri Çekilmiş Yolcu

Önce ıssız bir sessizlik bürüdü sokakları Sonra kar taneleri düştü, gecenin karanlığına. Kuru toprak ıslandı, son yolculuğunla.. Öyle bir ızdırap ki Dudakları mühürlüyor varlığıyla. Dünya bırakıyor evin olmayı Kuru dallara basıyorsun adeta Bir ses ver! Şu yamaçtan gel koşarak. İnadı bırak, Kuraklığı da! Dönmeden gece sabaha Aç gözlerini yaşama.. Söversem bir daha arsız bulutlara,  Lal olsun dilim. İliklerim, göğe çekiliyor... Eşi benzeri olmayan yeni bir mevsimim Baharı  beklemeyi de bıraktım Ruhumu donduracak soğuğa razıyım Bir kibrit ateşiyle ısınırım. Toprağa kök salmış lakin solmuş bir ısırganım İşlemez dikenlerim Derdime çare bulmaya kandım...

Buz kütlesine dönüşmüş gezegen sakinleri

Üzerinde şık durmayan durumları geçirdiğinde çıplak bedenine, Enine boyuna bakmadan seçtiğin kumaşlar birer paçavra sayılacak.. Durmaksızın şikayetler fışkıracak dudaklarından. Tüm dünyanın üzerine çullandığını, çuval dolusu patatesten bir adım öteye gidemediğini haykıracaksın. Şiddete meyilli eğilimler gördükçe kör olmayı arzulayacaksın... Gözlerimin içini donduran bir soğuk bu. Kırılan buz kütleleri kitlelerin ruhuna saplanmış gibi.. Hiçliğin, hiçbir yere sığdırılamayışı iniyor üzerime. Üstelik yalın ayak.. Vardığım nokta noksan Gerçeği yansıtmayan oluşumlara çarpıyorum sokakta Parke taşının içi boş olanına basıyorum ısrarla.. İnsanlığımı sorgularken, Tıka basa ızdırap dolduruyorum yaşamıma. Nefes alıyorsun.. Yaşam hakkın var mı gerçekten? Beceriksizliklerinin acısını çıkarıyorlar aciz bedeninden! İtaatinle güçleniyorlar Zafer sanrılarını kutlayıp kucaklaşıyorlar sürüleriyle Kuduz salyaları akıyor çürümüş ağızlarından.. Peki var olmak mıdır yaşamak? Şiddetli doyu

Ortada kalmış kamıştan olanaklar

Yaşam zengin, olanaklı.. Üzerine bastığın parke taşlarının arasından fışkıran tazecik bir çiçeğin filizlenmesi .. İnsanlığa bir baş kaldırı.. Varoluş çabaları, düzene karşı.. Zorbaların darbelerine rağmen bilimum renkli çiçek ve kedi. Tüm sokakları ele geçirmiş gibi.. Uğraşmadan, çaba sarf etmeden Öyle kusursuz görünüşleri..

On ikiye on var

Göz kapaklarım ağırlaştığında, Baş ucumda duruyor sanrılar. Derin uykuya daldığımda, gel rüyalarıma.. Kilometrelerce  hasret var kül tablasında Rüzgar tüm şiddetiyle çarpıyor dokunamadığın yanaklarıma Evimiz loş, sessiz. Gözlerim fersiz.. Türküler mırıldanan sesim hissiz Bir çift ayağın gürültüsü yankılanıyor kulaklarımda. Gün ışıkları, günahkar gündüzleri selamlıyor.. İçi boş dakikalar saatleri kovalıyor Çanlar çalıyor Saat on ikiye on var Sen yoksun..