Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Üst kattaki kantar

Birbirimize  zaman tanımalıyız. Bazı soruların henüz düşünülmemiş cevapları  var.

Sinsi Kış Gülleri

  Varlığının verdiği tüm ağır kalıntılar yüzünde,  Birikimini şiddetle koruyor. Gün geçtikçe gidiyor gençliğin Kendini gerçekleştiriyorsun.. Evriliyorsun, Kırgınlıklarını törpülüyor toz zerrelerine bölüyorsun bölük börçüklüğünü.. Büyüyorsun işte Hemde gözüne soka soka sinsi kış güllerinin. Fısıltılar çarpıyor kulaklarına Başın önünde sigaranın inceliğine kapılıyorsun Omuzların dimdik, sert urgan gibi! Kuş seslerinden ritim üretiyorsun Bir bitki seçip, yeşilin alımlı kıvrımlarına gözlerini kaybedercesi bakıp, Doğa doğurganlığını dolduruyorsun ciğerlerine.. Ciğersiz kedileri görüyorum.. Masumca miyavlıyorlar ayak ucumda. Oysa aç olanlar kapıda, uzanıyorlar paspaslara Yüzünün rengini unutanlar bakamıyorlar Ne aynalara ne de paspasta yatan kıvrılmış dostlara! Damarları belirginleşiyor patlarcasına Parmak uçları değmiyor hiç bir tene Kahve kupaları taşlaşıyor ellerinde.. Demini çoktan almış kahveleri acıyor, sertleşiyor reseptörleri yakarcasına.. Ekşiliğini eksiltemedi

Urgana bağlanmış kese kağıdından yalnızlıklar

Dudaklarında biriktirdiğin bedenlerin soğuk çıplaklığı çarpıyor göze, ilk bakışta. Arzuları çağrıştırıyor.. Kasvetli grilere boyanıyor yüzün Hüzünlerine bir öpücük kondurduğunu göremiyorlar... Ölesiye soluklaşıyor tenin Bedenin cenin pozisyonunda. Bilmiyorlar, ruhunu unuttuğunu tren istasyonunda... Saçların dökülüyor tel tel Terin kusuyor yalnızlığının tüm kokuşmuşluğunu Farkına varamıyorsun. Belki de aldırmıyorsun artık bakımsızlığına. Unutulmuşluğuna bağlıyorsun tüm urganları Uğursuz ıslıklar salınıyor dudaklarında.. #Çizim: Christo Dagorov

Toplumun Karalık Yüzü

  Yaşamak için ne çok çaba sarf etmek gerekiyor.. İlk kural hissizleşmek! Kör olmalısın ve sağır.. En ağır durumlarda dahi sığ'lığını korumalısın.. Aralara acı sıkıştırmalısın mesela Diğerlerine yanaşmalı ve yarıştırmalısın.. Kurallara uymalı ve uyaranlara duyarsızlaşmalısın.. Otlananlarla çimlere koşup, göl kenarında soluklaşmalı Oyunu kurallarına göre oynamalısın. Her şey onlardan biri olmak Ait olmak Bir şeylerin parçası olmakla ilgili.. Zamanla Her hangi biri, Alet olmuş biri, Ve hatta yandaş biri olduğuna uyandığında, gün çoktan ağarmış olacak... Sen henüz saçmalıkların sersemliğini üzerinden atamadan Bir yığın fersiz göz üzerine çullanacak.. Ne kaotik bir trajediye adım attığını ayak topuklarına camlar batarken anlayacaksın. Daha kendini anlamadan onlar seni anlayıp hükümleri ilmek ilmek geçirecekler bedenine. Adını toplum koydukları savsatayla savaşacaksın. Nefes aldığın müddetçe topluma lanetler okuyarak gününe başlayacaksın..

Aydınlığa koşan kara liste

  Kapıdan çıkarken durakladı; -İstediğin birşey var mı? diye sordu. Cebimde hazır bulunan listeyi okumaya başladım. +Yarım kg adalet, Yarım kg özgürlük 1 paket vicdan tozu 1 kavanoz hoşgörü

Çarpık kentleşmenin molozu

  Sorgulanıyordum.. Didik didik emiliyordu benliğim. Kulaklarım kızarıyordu hırsla. Yoruldum demek istiyordum. Dil'im bir süre lal olsa Cevaba gerek kalmasa. Susabilme hakkım olsa mesela. Konuşma hakkımı da istediğim zaman kullansam. Özgür olsam... İnsan olabilsem keşke.. Kendi saçma düzenimi kılıflara geçirmesem. Ne ağır bir yük. Sürekli denemek.. Fakat ne yazık.. Güruhun içindeyim, Merkez üssünde. Etrafımdakilerin toplamı Geçmişimin bir bölümü İkisinin çarpımı Çarpık kentleşmenin molozuyum...

Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar

+Fakat allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım. Öyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor, tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? -Yok. +Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size nasıl, kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan. Bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım. Kelimeler, kelimeler albayım... Bazı anlamlara gelmiyor.

Buğulanmış Hatıra Kırıntıları

  Sekiz dakika daha geçmişti. Nereye koşsam, neyi tutsam ellerim bomboş, ellerim yara bere. Kavrayamıyordum.  Sadece yetişmeye çalışıyordum.  Zaman mücadeleme bakmadan aldırmadan geçiyordu. İnadına her duvarda karşıma aynalar çıkıyordu. Kendime çarpıp düşüyordum. Bir kez daha.. Zihnimin ritmine ayak uydurmaya çalışıyor senkronu tutturamıyor,  kendi ayağıma basıyordum. Gülünç hayatın güldürmeyen tragedyasıydı bu. Koca bir yudum aldım kahvemden. Gözlerimi kapatıp şehrin olağan gürültüsünü dinlemeye başladım. Zihnimde siren sesleri. Sisli, sigara dumanımda buğulanmış hatıra kırıntıları.. Her gün bir parça koparıyordu ömründen. Her gelen bir parça uzvunu işlevsiz kılıyordu giderken. Sen, sen olmaya çabalarken seni hissizleştirmeye çalışan bir canavarla savaşıyordun. İnsanlıktan utanıyor mide bulantılarıma bir yenisini daha ekliyordum. Yüzümüz çamur, kir, pas.. 

Bataklığa dönüşen yataklık

  Anlamsızlaşmıştı her an.. İnsanları anlamaya çalışmak için verilen çabanın betona boca edilen bir kova su misali faydasızlığında boğuluyordum. Artık anlaşılmalıydım. İçime kaçmayı, dinlemeyi biryerde bırakıp, koşar adım uzaklaşmalıydım bu varyasyonumdan. Fakat kendimi düzeltmeye çalıştıkça bozuluyor, gerekli parçalarımı birleştiremiyordum. Amaç uğrunda ilerlemek yerine anlık zevklerin pençesindeki muhatabımı sarsmalıydım. Yapamadım.. Ne ben'i düzeltebildim ne ona fayda saylayabildim. Yaptığım yataklık bataklığa dönüşmüştü artık. Sadece izliyor ve gözlüyordum. Durdum.. Sakin hareketlerle tabakaya yönelip bir sigara yaktım. Diyalog devam ederken kafamdaki karmaşa puzzle'ında artık dansa katılmıştım.. 

Ağır ithamlar giymiş bedenlerin bedelleri

  Sebepli sebesiz yergilerimizin kurbanıyız Emin adımlarla yürüyor, kesin bir dille konuşuyoruz. Daha doğru olduğumuzu kanıtlamak için verdiğimiz çaba yiyip bitiriyor içimizi. İçimizde gezinen parazitler sabrımızı tüketiyor Diyaloglarımız karşımızdakini alt etmek üzerine kuruluyor Farkına varamıyoruz. Kiminle savaşıyoruz? Bu bir mücadele mi? Kendini, kendine ispat etmenin yorgun mağduriyetini yaşıyoruz Zorlanıyorum.. İnsanlığımda debeleniyor ve boğuluyorum Geride kalıyor, yetişemiyorum. Bir hezeyana sürüklüyor bu durum beni Zihnimin duvarlarına çarpıyorum Göz yaşlarım birbirini kovalıyor Nefesimi toparlayamıyorum Çatışmalar çarpışmalara dönüşüyor Kendimle yüzleştiğimde, yüzüme tükürüyorum En ağır ithamları giydiriyorum bedenime Toplumun iki yüzlülüğü besliyor kendime olan kinimi Ve bir kez daha düşmüş zırhımla rıhtımda duruyorum öylece Aslında arıyorum aynı zamanda Rüzgar yüzüme değdikçe titriyor dudaklarım Tekrar ve tekrar varlığımı unutmak için gözlerimi yumuyor

Çamura bulanmış yalnızlık günleri

  Bu gün tanıştım çaresizlikle. Bu gün bakıştım aynada başka gözlerle Bir çift gözün boynu bükük, bir çift göz mağrur.. Mahsur, çitleri çamura bulanmış yalnızlıklarda. Bu gün, akışta yarına.. Ardına kadar açık fakat diğer boyutta dibine kadar aralık kapı eşikleri. Çaresiz bekleyişler sallarken beşikleri, Bu gün parlayan gözlerin bakışları ufukta Yarına çıkıyor tüm biletleri. Umut sarıyor tüm köklerini ve aynı hızla sararıyor bir çırpıda. Bu günler okyanus gelgitleri Bu durumu dünler endişeyle besledi Kimler bu günde? Kimileri dünde, Kimileri dümendeler. Kimileri kilim gibi silkelendiler Tam da bu günlerde..

Koyunların uyuşmadığı uyku apnesi

  Yatağa uzanıp gözlerimi kapattığımda uykuya dalmakta sorun yaşıyordum. Koyun saymalıyım diye düşünüp başladım bir, iki, üç .. Biraz saydıktan sonra kaça kadar saydığımı unutup baştan başladım. Bir, iki, üç ... Bu durum tekrar edince koyunlarla arama mesafe koydum. Evet, artık koyunları saymayı kesinlikle bırakmıştım. Peki ne yapmalıydım? O an kendimce kendime daha uygun bir yöntem geliştirdim. Zihnimden geçen düşüncelerin peşine düşecektim. Düşüncelerimi boşlukta süzülen bazen yükselen cümleler halinde hayal etmeye başladım. Bende uçabiliyordum. Avuçlarımın arasına bir düşünceyi kıstırdığımda daha da hevesleniyor, hızla uçup daha fazla düşünce yakalamaya çalışıyordum. Düşünceler durur mu? Onlarda benden kaçmanın yeni yollarını buluyor fakat beni yıldıramıyorlardı. Uyandım. Sabah olmuştu. Kaçmayı öğrenmiş düşüncelerimin peşinden koşmuş olmak epey gülünç olmasına rağmen iyi hissetmemi sağlamıştı. Kaç düşüncemi yakaladığımı hatırlamıyorum. Sanırım sayılarının artık pekte önemi kalmamı

Dinle !

  Yuttum, dilimin ucuna gelen tüm kelimeleri Geri püskürttüm öfkemi. Omurlarımda sancılar sızlatıyor omuz yüklerimi. Ağzımdan çıkanlar lal, Karşımda sağır! Nahoşluklara gebe sarhoşluğumun, tutunamayan dipdiri yalınlığı Tahmin ettiğini sanıyor sanrılarını. Sarılıyor düşüncelerine Kamçılıyor konuşanı. Dinle! Kaygılanmadan ve yarılmış yaralara gem vurmadan.. Dinle! Anlam bütünlüğünü bozmadan Sapmadan karanlık dar sokaklara. Elinde orakla beklemeden dinle..

Bir karakter yansıması; Minimalizm

Daha sade, karmaşadan ve fazlalıklardan arıtılmış bir yaşamı ifade için kullandığımız bir kelime minimal. Seçeneklerin çok olması ve ulaşabilirliğimizin arttığı bu dönemde en çok yaşadığımız sıkıntı kararsızlık. Giyim, ev eşyaları, yeme, içmeye kadar anlamsız kararsızlıklarla boğuşuyoruz. Bu durum öyle bir hal aldı ki son dönemde, artık karar vermekten kaçınmanın ya da kendimiz için en iyisini ararken eli boş dönmenin huzursuzluğunu yoğunlaştırıyoruz.  Bir varlık düşünün ki, kendi elleriyle, kendi ellerini bağlayan. Hal böyle olunca soyunup dökünmek ve fazlalıklarımızdan arınma ritüelleri gerçekleştirmeye koyuluyoruz.  Kararsızlık içinde kıvranan bir insansanız atabileceğiniz en elzem adım seçenekleri kısıtlamak.  -Bana uygun olan nedir? -Karakterimi yansıtan nedir?   -Buna ihtiyacım var mı?  Bu durumda soru sormanın  çok büyük rolü olduğunu düşünüyorum.  Kendinize kendinizle ilgili sorular yönelttiğinizde sadece kendi kontrolünüzde olduğunuzdan emin olun!  Bu tarz soru-cevap yöntemler

Farkını Tatmak

Birbirimizi anlamaktansa kesin yargılara mı varıyoruz? Senelerin beraberce devrilmesi tüm soru işaretlerini cevapladığımız sonucunu mu doğuruyor? İnsan kendi düşleyiş, duygu, düşünce ve savlarını yinelerken Emin cümlelerimizi bir bir savruşturuyoruz.. Öylesine tatmin olmuş durumdayız ki çevremizdeki karakterlerden, Hiç birini tekrar ve tekrar keşfe çıkmaya yeltenmiyoruz. Bu yüzden mi korkuyoruz yeni ilişkiler kurmaktan? Yeni başlangıçlar yapmaktan? Keşif insana bahşedilen en diri karmaşayken, bucak bucak kaçıyor muyuz? Birbirimizin üzerine düşmeli, düşünmeli ve düşlemeli zihinlerimiz. Tüm renkleri, şekilleri tekrar ve doymak bilmeyen bir iştahla ilk kez tadıyormuşçasına daldırmalıyız kepçeleri.. Ki kaşıkta yardımcımız olabilir, Fakat büyük parçalar alarak damağımızda bıraktığı hazzı doruklarda yaşayabilelim. Her bir insan karakteri bin bir biçimli ve uçsuz okyanus gibi. Bakış açımızı evirmeli ve gözlerimizi kamaştıracak aydınlıklara çevirmeliyiz... 

İnsan-i!

 Alarm tüm hiddetiyle çalıyordu. Bitkin bedeninin örtüsünü kaldırıp, kahve demlemek için mutfağa yöneldi. Hızlıca giyinip, tüm zırhını kuşanıp dairesinden çıktı. Zamandan tasarruf etmek için yürürken içti demlediği kahveyi. Sabahın sessizliği içinde bir kibrit çaktı. Sigara kağıdının hızla yanma sesi eşlik ediyordu yoluna. Kısa süre yürüdü. Keyifli adımlar atıyordu. Günün ilk ve son keyifli adımlarıydı bunlar. Tadını çıkarmalıydı.. Yolun sonunda karşılaşacağı manzaranın şiddetli zevksizliğine tahammül topluyordu, kaldırımlardan. Korkunç tecrübeler kazanmak için hayattan zevk almayı durdurabilecek seçimler yapmak, sadece insana mahsustu... 

Ben "Cevdet"

 Ben "Cevdet" . Gökyüzünden düşen bir yağmur damlası gibi düştüm yer yüzüne. Narin ve ılıktım, Can bulmaya gelmiştim dünyaya. Ama dünya ve hayat, Benim beklediğim yer değildi! Çünkü ölüm, bir ateş topu gibiydi burada. Nefes alan herşey yok oluyordu Nasıl tohuma dönüşebilirdim bu kızgın topraklarda? Nasıl nefes alabilirdim bu kan kokan havada?  Ben, Evet ben, diğer adıyla "Ayet" ! Nefes almak, yaşamak, koşmak istiyorum hayata...                                 Cevdet Ayet Aydoğdu

Yalnızlığım

  Sarıldım kendime Mavi gökyüzünün altında, hafif esintilerle. Derimin altında hissettim onu Geziniyordu bedenimde. Zihnimin dar sokakları Sigaramın dumanı gibi kıvrak Şakakları kirli, çamurlu uzuvları.. Gitmek istedim. Fakat biliyordum, Oda peşimden kalkacaktı benimle. Hışımla kalkar, koşar adım giderdim o halde Ya kovalarsa beni? Ensende soluyan kedi gibi! Besliyor suluyordum kini Ki sebepsiz edepsizlikler buluyordu. Yargılar salınıyordu kucağımda Gözlerim kan çanağı Gözlerimde kabuslar kabartıyor tüylerini Bir mezura aldım Ölçmek istedim Şu kadar çıktı yalnızlığım..

Gelişen tüketimin ücrasında değişen keşifler

  Evrenin bize verdiği hiç bir tükenmişliği yerine koyamayız. Buna kendimiz de dahil... Ürettiğimiz her düşünceyi, duyguyu, keşfi genişletmeli ve yaymaya eğilmeliyiz.  Kurduğumuz cümleler duyudan, duyguya geçiş sağladığında, her kişinin benzersiz deneyimi ile evrilip gelişebilir. Bu durumlar düzeneği her birey için farklı kapılar ve bakış açıları oluşturur. Hazzın ilk basamağına adım attığımızda doyabilen bir zihin gereksiz ağırlıklardan sıyrılmaya, kendisi için doğru yapımları inşa etmeye başlayacaktır. Kendimiz ile ilişkimizi sorguluyor muyuz?  Tüm dünya ile irtibata geçebiliyorken, iç  dünyamıza kepçeyi daldırıyor muyuz?  Zihnimizi dinlendirmeyi (kendi yöntemimiz ve yönelimlerimiz doğrultusunda) ve kulak kabartıp dinlemeyi, beslemeyi önemsersek, temelini başkalarının attığı bu inşayı kendi sanatımıza dönüştürebiliriz.. Kendini aramana gerek yok! Cevaplar üst katta..