Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bireyselliğin eylemsizliği

  Kolektif toplumlarda kurumlar baskıcıdır. Aile, evlilik, arkadaşlık baskıcıdır. Birey içine doğduğu ortamı algılamaya başladığı anda olduğu gibi kalamayacağının ayırdına varır. Bu kısıtlamalar güvenlik adı altında hareket alanının kısıtlanmasıyla başlar. İstek ve amaçlarına ulaşabilmek için "kendiliğinden" vazgeçmesi gerekir. Kişi, toplumda ödül-ceza ikilisinin hakim olduğunu görür ve koşullar nasıl ve neyi gerektiriyorsa kabul göreceği şekle bürünmeyi tercih eder. Çünkü bireyselliğin yok sayıldığı toplumlarda bir zümreye ait hissetmek ve orada var olmak önemlidir. Eğer kişi "kendiliğinden" vazgeçmek istemez ve kabul görmeyeceği tutumlarına tutunursa o çevreden dışlanır ya da dolaylı yoldan itilir. İstisnai çevrelerde, küçük topluluklarda kişi olduğu gibi kabul görebilir. Bu kabul ile geç bireyselleşme gerçekleşebilir. Kişi kendini gerçekleştirecek eylemler yapmaya, aykırı kabul edilebilecek düşünce yapıları inşa etmeye başlar. Fakat aile içinde dahi bireyselliği ...
En son yayınlar

Ouroboros; Doymak bilmez bir ebola..

  Çoğalmamız gerekiyor.. Birden iki, ikiden üç, üçten dört. Biyolojimiz bunun olmasını istiyor ve onun için varlığını sürdürüyor. Beraberliğinizin ilk yıllarını hatırlayın.. Saatlerce süren konuşmalar, diğerine verilen öncelikler, günlerce evden çıkmamalar.. Bu liste uzayıp gider. Zaman geçer ve bir bakmışsın keşfedecek pek bir şey kalmamış gibi. Ve bir sorun olduğunu düşünmeye başlarsın. Sorunun çözümü olarak çoğalmaya yönelirsin.  İnsan.. Doymak bilmez bir ebola virüsü gibi.. Kendi üreyerek konağını tükettiğinin farkında bile değil. Tıpkı yarattığımız düzen gibi. Çılgınlar gibi üretip, çoğalırken üzerinde yaşadığımız gezegeni yok etmeye meylettiğimizi görmezden geliyoruz. İçinden sıyrılamadığım bu paradoksu bu gün beraber masaya yatıralım diyorum. Her şey birbiriyle ilintili ve her "şey" birbirinin bir parçası. Günlük hayatta bir bütünün sanrısı ile yaşıyoruz. Bu yoğunluk ve koşuşturma halinde yanılsamalarımıza ayıracak vaktimiz kalmıyor ve "yanılsamalı bütünlüğü"...

Kimsin sen?

  O kadar çok dünyevi işlerle, kimin ne yaptığı ile meşkul ki zihnimiz… Kendimizin farkına varamıyoruz. “Kendi hayatım” dediğin şeyin tam olarak ne olduğunu hiç düşündün mü? Modern zamanların hayat felsefesi; aynayı hep başka yöne çevirmemizle, suretimizden ışık hızıyla uzaklaşmamızla ilintili. Hiç durmuyoruz. Çok işimiz var. Hiç zaman yok! Haftada yedi gün olması yetmiyor. Altı gün çalış, bir gün haftalık izin. Yaşadığın, barındığın ortamı steril hale getir! Bilgisayar oyunundaki karakter gibiyiz. Görevlerimiz hiç bitmiyor. Bu telaş içinde “kim” olduğunu sormaya vaktin yok. Kimsin sen? Yaşadığımız şehre, çalışma ortamına, çevrendeki insanlara alışmaya çalışıyorsun. Sürekli ve hızla değişen dünya düzenine ayak uydurmaya çalışıyoruz. Ki uyduruyoruz da. Koşullara göre şekillenmeye o denli alışmışız ki, o çarkın bir parçası olmaktan, dışında bir “benliğimiz” kalmıyor. Kim olduğumuzu bilmeden yaşayıp gidiyoruz…  *11 Aralık 2018

Nefes Almak..

  Bir annenin feryadına gizlendi adalet! Bir annenin gözlerinde nem oldu hakikat!  Nefes almak kimyasallaştı Görmek kimyasal Konuşmak, kimyasal..  Her söz zehirliyor sahibini Kör kuyularda buluyorlar söz sahiplerini.. Ellerinde mengeneler Ceplerinde çilingirler Sıkıştırıyor, salıveriyor, alı-veriyorlar tüm filizleri!  Daha ne kadar kaldırır bilmem..  Bu gökyüzü, bu toprak  Böylesi kiri pası..  Ensemizde yalan kokan nefesler, Kamburlarmızda tepinen sentetik kimlikler.. Her gün birileri çekiliyor bataklıklarına  Yardım çığlıkları boşuna!  Herkes bekliyor sırasını, ölümü bekler gibi Gececik bedenler karanlıklar ardında …

Ağlamak Hakkı!

  Duygusal yanımı bastırmamı bekleme benden! Ağlamak cesaret ister! Bir baş kaldırıdır, isyandır ağlamak...Toplumun, seni; güçsüz diye yaftalamasına direnmektir.. Ağlayarak bağırmak, yakarmak yüzyıllardır kültürümüzün duygularına ayna olmuş ve feryat, figan, ağıt olarak adlandırılarak yaşamaya devam etmiş günümüze kadar. Yirmi birinci yy’da ne bu poker masası sendromları? Nedir bu kendini gizlemeler?Nedendir? Niçindir? Bilinmeden bu kayganlık ruhlarımızda?Kursağıma saplamaktansa bu kor gibi demir prangaları, göz yaşlarımla yıkarım günahsız yanaklarımı!..

Zihnin kafes kapıları..

  Herkes bataklıkta debeleniyor fakat sen; sadece kendi bataklığını tanıdığın için diğerlerinin bataklıkta debelenmediğini sanıyorsun...

Karanlık yokuş

  Gecenin kör edici karanlığında dipsiz, hışırtılı suyun kıyısında dalgaların devinimini hareketsiz izliyordu. Düşüncelerini sözcüklere dökemiyor içinde yükselen rahatsız edici hisleri kendine dahi açıklayamamak, rahatsızlığını arttırıyordu. Bedenini yorucu işlere kaptırıyor gücünü tüketene kadar çalışıyor ve yorgunluktan bayılmayı yeğliyordu. Bazen kumsalda, bazen bahçede uyuyakalıyor ve uyanır uyanmaz işe koşuyordu. Dur durak bilmeden kendine vakit ayırmadan günler, haftalar böylece geçti. "İnsanın  kendinden kaçması ne yorucu şey" diye düşünüyordu... Bu kusurlu içsel yalnızlığın inşaasına küçük yaşlarda başladığını fark etti. Bile isteye kendini konumlandırdığı bir durum değildi bu. Niçin? Neden? Bu hale bürünmüştü? Bilmiyordu...