Çoğalmamız gerekiyor.. Birden iki, ikiden üç, üçten dört. Biyolojimiz bunun olmasını istiyor ve onun için varlığını sürdürüyor. Beraberliğinizin ilk yıllarını hatırlayın.. Saatlerce süren konuşmalar, diğerine verilen öncelikler, günlerce evden çıkmamalar.. Bu liste uzayıp gider. Zaman geçer ve bir bakmışsın keşfedecek pek bir şey kalmamış gibi. Ve bir sorun olduğunu düşünmeye başlarsın. Sorunun çözümü olarak çoğalmaya yönelirsin.
İnsan.. Doymak bilmez bir ebola virüsü gibi.. Kendi üreyerek konağını tükettiğinin farkında bile değil. Tıpkı yarattığımız düzen gibi. Çılgınlar gibi üretip, çoğalırken üzerinde yaşadığımız gezegeni yok etmeye meylettiğimizi görmezden geliyoruz. İçinden sıyrılamadığım bu paradoksu bu gün beraber masaya yatıralım diyorum. Her şey birbiriyle ilintili ve her "şey" birbirinin bir parçası. Günlük hayatta bir bütünün sanrısı ile yaşıyoruz. Bu yoğunluk ve koşuşturma halinde yanılsamalarımıza ayıracak vaktimiz kalmıyor ve "yanılsamalı bütünlüğü" bir anomali değilmiş gibi sürdürüyoruz. Çoğalmamız gerekiyor çünkü neslimizi, soy ağacımızı devam ettirmek zorundayız.. Hayır! Çoğalmak zorundayız çünkü birden iki, ikiden üç, üçten dört olmazsak eğer Ouroboros olur kendimizi yok ederiz. İnsanın düşünebilme, hissedebilme yetileri burada bir silaha dönüşüp kendi aleyhine çalışmaya başlıyor. Ouroboros Yunancadan gelen "kendi kuyruğunu yiyen" anlamı taşıyan mitolojik bir efsane. Ve hepimizin bildiği versiyonu 1997 yılında Nokia 6110 cep telefonunda Snake Game (yılan oyunu) olarak karşımıza çıktı. Önüne çıkan yemleri yiyen, yiyerek büyüyen ve beklendiği üzere hareket edecek alanı kalmadığında kuyruğunu yiyen yılan. Ouroboros'u Nietzsche’nin “ebedi dönüş” felsefesiyle ele almak mümkün fakat bu gün döngüye değil bitişe odaklanmak istiyorum. Ne demiştik çoğalmak.. Bir aile kurmanın birincil kuralı bir eşten ziyade çocuk sahibi olmak ile ilişkilendiriliyor. Bir çift olduğunuzda toplum nezdinde aile kurumuna dahil edilmiyorsunuz. Çoğalmanız bekleniyor ve bir daha ve bir daha.. Ailenin giderek büyüyen ve genişleyen bir yol izlemesi onu başarılı bir kurum haline getiriyor. Günün sorusu aslında burada devreye giriyor. Neden? Neden sürekli büyüyen ve genişleyen yapılar, ilişkiler, ülkeler, yatırımlar başarılı sayılıyor? Niçin her yapı büyümek ve genişlemek zorunda? Burada başa dönüyoruz...
İnsan, doymak bilmez bir ebola virüsü gibi.. Kendinden kaçmak için birine, bir şeye bağlanır ve sonra bağlandıkları ona pranga gibi gelmeye başladıkça yeni prangalar türetip bunlarla mücadele ederek döngüsünü tamamlar.. Daha fazlası, daha fazla zorluk, kaos, gürültü ve hareket. Tüm bunlar bireyi yalnızlıktan uzaklaştırdığı için içselleştiriliyor olabilir mi? Yalnızlıktan bu kadar korktuğumuz için mi tüm bunlar ? Medeniyetler, gökdelenler, toplumlar … Yalnızlık bu kadar kötüyse birey olmak için bu kadar çabalamak niye? "ben" devri bir yanılsama mı? Kafamda yeni sorularla yazıyı noktalıyorum. Sen de kendi sorularını ya da cevaplarını yazarsan birbirimize anahtar olabiliriz. Sonraki içeriğin başlığı oluştu bile. Görüşmek üzere...
Yorumlar
Yorum Gönder