Kolektif toplumlarda kurumlar baskıcıdır. Aile, evlilik, arkadaşlık baskıcıdır. Birey içine doğduğu ortamı algılamaya başladığı anda olduğu gibi kalamayacağının ayırdına varır. Bu kısıtlamalar güvenlik adı altında hareket alanının kısıtlanmasıyla başlar. İstek ve amaçlarına ulaşabilmek için "kendiliğinden" vazgeçmesi gerekir. Kişi, toplumda ödül-ceza ikilisinin hakim olduğunu görür ve koşullar nasıl ve neyi gerektiriyorsa kabul göreceği şekle bürünmeyi tercih eder. Çünkü bireyselliğin yok sayıldığı toplumlarda bir zümreye ait hissetmek ve orada var olmak önemlidir. Eğer kişi "kendiliğinden" vazgeçmek istemez ve kabul görmeyeceği tutumlarına tutunursa o çevreden dışlanır ya da dolaylı yoldan itilir. İstisnai çevrelerde, küçük topluluklarda kişi olduğu gibi kabul görebilir. Bu kabul ile geç bireyselleşme gerçekleşebilir. Kişi kendini gerçekleştirecek eylemler yapmaya, aykırı kabul edilebilecek düşünce yapıları inşa etmeye başlar. Fakat aile içinde dahi bireyselliği beslenmemiş ve onanmamış kişi, "kendiliği" ile karşılaşmada sorunlar yaşayabilir. Gördüğü kabul karşısında içsel zehirlenmeler başlar. Kısa zamanda kabul edilmişlik hadsizliğe, rahatlık kaypaklığa dönüşür. Kendini başkaları üzerinden gerçekleştirmeye alışmış kişi, birey olamadığı için başkaları üzerinde hükmettiği kadar var olduğu sanrısına kapılır. Böylece baskıcı tutumların evirildiği itaat=kabul hiyerarşisi için ortam hazırlanmış olur. Göz yumduğu ya da kabul ettirebildiği aşırılıklar kadar o toplulukta varlığını sürdürebilir. Aile toplumda hem baskının hem de kabulün el ele yürüdüğü en çalkantılı yapı taşıdır. Kişiyi, kabul ederken birey olmasına ve özgürleşmesine asla izin vermez. Çocuğu bağımlı hale getirir ve bu bağımlılıktan şikayet eder. Bazı durumlarda bir süre sonra bu bağımlılık zor gelse dahi kişi konfor alanı dışına çıkmak istemez. Ailede kabul görmeyip, baskılanan çocuk ailedeki tutumu tekrarlar ve birey olarak gelişemediği için bağlı olacağı yeni kişiler arar. Bireyselliğin yerleşmediği bu gibi toplumlarda yalnızlık istenmeyen ve korkulan bir pozisyondur. Tek başınalık aşağılanan, ajite edilen konumlar olarak tanımlanır ve bu konuma sürüklenmemek için kişiden uyumlu olması beklenir. Tüm bunlar bizi özgür irade var mıdır? sorusuna kadar getirir.. Yeterince özgür müyüz? Duymak istemediğimiz, halının altına süpürdüğümüz şeyler bizi biz yapan değerler değil midir? Dışlanmamak için düşüncelerimizi saklamak, kimliğimizi, bireyliğimizi gizlemek zorunda mıyız? Tüm bu halının altına süpürdüklerimiz sosyal medyanın fake hesaplarıyla gün yüzüne çıkmıyor mu? Kimi kandırıyoruz? Kendimizi mi? Toplumu mu? Ya da herkes kanmış numarası mı yapıyor? Bilemiyorum Adnan… Yine sorularla bitiriyorum. Eğer ceplerinde cevapların varsa yaz lütfen.. Görüşmek üzere...
Yorumlar
Yorum Gönder