Bir çift ayakkabı duruyor öylece. Nöbet tutuyor adeta kapı eşiğinde.. Döneceğim günü bekle diyor belki. Belki de bu son cuma sahipsizliğinin. Ay bir başka bu gece. Hüzün sızıyor ışığından yer yüzüne. Yüzümüze değiyor hüzünlü ışık. Yanaklarımıza damlıyor, rüzgar silmeyi deniyor bir çare. Yanaklarımı siliyor, silkeleniyorum. Bir gülüş iliştiyorum dudaklarıma. Biraz sahte, biraz hüzünlü. Başımız kalkmıyor yerden. Kilimin desenlerini incelerken dişlerimi sıkıyorum. Tekrar bir gülümseyiş. Onun yüzünde çocuksu bir sevinç… Her yüzde sıkıntılı, sahte gülümseyişler. Bilemezler, bilemeyiz yarının bize onu geri vereceğini. Fakat vermeli.. Bu kanlı gözyaşları dinmeli cuma gecesi! Ve cennetin kapıları açıldığında hep beraber girmeliyiz içeri…
Kolektif toplumlarda kurumlar baskıcıdır. Aile, evlilik, arkadaşlık baskıcıdır. Birey içine doğduğu ortamı algılamaya başladığı anda olduğu gibi kalamayacağının ayırdına varır. Bu kısıtlamalar güvenlik adı altında hareket alanının kısıtlanmasıyla başlar. İstek ve amaçlarına ulaşabilmek için "kendiliğinden" vazgeçmesi gerekir. Kişi, toplumda ödül-ceza ikilisinin hakim olduğunu görür ve koşullar nasıl ve neyi gerektiriyorsa kabul göreceği şekle bürünmeyi tercih eder. Çünkü bireyselliğin yok sayıldığı toplumlarda bir zümreye ait hissetmek ve orada var olmak önemlidir. Eğer kişi "kendiliğinden" vazgeçmek istemez ve kabul görmeyeceği tutumlarına tutunursa o çevreden dışlanır ya da dolaylı yoldan itilir. İstisnai çevrelerde, küçük topluluklarda kişi olduğu gibi kabul görebilir. Bu kabul ile geç bireyselleşme gerçekleşebilir. Kişi kendini gerçekleştirecek eylemler yapmaya, aykırı kabul edilebilecek düşünce yapıları inşa etmeye başlar. Fakat aile içinde dahi bireyselliği ...