Yaşamın garipliği ve manasızlığı üzerine düşünüyor, öylece duruyordum. Her şey bir devinim halinde ilerliyor, dönüşüyor ya da geriye dönüp geziniyor gibi geliyordu. Sürekli etkileşim halinde, halkanın bir noktasını oluşturan kalabalıkların gücü hafife alınamayacak derecede göz kamaştırıcı geliyordu. Bu süratli bilgi akışı, ilişki dinamiklerinin ani dejenerasyonu ürkütüyordu beni. Hiç bir topluluğa ait hissetmeme durumum, ilişkiler üzerindeki motivasyonumu düşürüyor ve köşeme çekilip, kendimi eyleme seansları kurmaya itiyordu.
Bir süre kedilerimi gözlemleyip, uzun saatler boyunca hiç bir şey yapmadan nasıl durabildiklerini anlamaya çalıştım. Sonuç olarak bu durağanlığın ev kedilerine özgü "güvenli ortam" onayı ile ilintili olduğu kanısına vardım. Peki biz insanlar için güvenli bir ortam yaratmak mümkün müdür? sorusuna çıkıyor yolumuz. Hayatlarımıza bir göz atalım.. Güvenli ortam neresi sizin için? İlk akla gelen "ev" "özel yaşam alanı" olabilir. Kendimize ait küçük daireler tasarlayıp içerisini beğendiğimiz ve ihtiyacımız olan eşyalarla doldurduğumuz bu yer güvenli alanımız olabilir mi? Güvenli hale getirmek için uğraştığımız alan demek daha doğru olur gibi.. Çelik kapılar, pencerelerde demir korkuluklar, (pek manidar) güvenlik kameraları, güvenlik sistemleri vs..
Kişisel alan güvenliğini sağlayan insan güvende hissedebilir mi?
Sonrasında gelen çevre güvenliği, şehir ve ülke güvenliği bizim tekerimizden çıkıyorken üstelik..
İnsan, doğası gereği oluşabilecek tüm tehditlere sürekli tetikte, risk kontrolü yapan ve savunmaya programlı, obsesif, paranoyak bir yapıya sahip.
Ülkeleri yöneten iktidar sahiplerinin sıradan bir vatandaşa göre yaşadıkları bu nevrotik durumun şiddetinin epey yüksek olması sizin de onaylayacağınız üzere olağan bir sonuç.
Mücadele ettiğinin kendisi olduğunu unutan, baskıladığı terörü çevreye taşıyan bulaşıcı bir psikoz nöbeti..
Yorumlar
Yorum Gönder