Şu rüzgarlar, dile gelse! Taşısa yanı başına hasretliğimi, Yatağına serse... Tir tir titretsede cılız bedenimi, razıyım...
Serin geceler, dudaklarımdan dökülen hüzünlü heceleri, dağı, taşı yaran, içimdeki kör olası ızdırap selini ulaştırmalı sana! Seferber olmalı, gezegendeki doğal afetler...
Bu gün daha bi ayaz şehrin havası. Gün geçtikçe sertleşiyor bahçedeki ağaçların dansı... Kaç gün oldu bilmiyorum... Saymayı bıraktım... Geceleri, senden yadigar kırlente sarılarak uzanıyorum. Uykuya dalabildiğim gecelerin sabahında, kucağımda kırlent, sımsıkı sarılmış uyanıyorum. Bir annenin yavrusuna bedenini siper etmesi gibi... Öyle kıymetli... Senden bir parça, bir uzuv gibi... Bu sabah uyandığımda göremeyince panikledim! Yorganı eşeledim. Bakışlarımı yere yönelttiğimde, yerde, yatağın kenarına sıkışmış buldum onu! Biraz söylendim haliyle. Öfkelendim kendime! Usulca uzanıp, kucakladım, sarıldım... Muhtemelen pek bişey hissetmedi. Yaşananlardan, yokluğundan etkilenmedi, belki farkına varmadı bile... Ne duygusuz bu kırlentler! Üzerine atfedilen değerlerin varlığından yoksun, ılık bir dokunuşun, sıcak sarılmaların, ruhu parçalara bölen hasretin ızdırabından bi haber... Öylece seriliyorlar başlıklara, yatak kenarlarına sıkışıp, kalp çarpıntısı yaratıyorlar! Fakat bu gece önlemler aldım. Yatağın sol tarafını duvara iyice dayadım, sağ kenarına bir sehpa yerleştirdim. Belki diyorum, belki, yarın, sabahın ilk ışıkları aydınlatırken şehri, gelirsin... Şehirle beraber ruhum da aydınlanır. Bir sabah gelişinle mevsim değişir, güz, yüzünü döner bahara, tomurcuklanır dallarım...
Yorumlar
Yorum Gönder