Karanlık bir gündü. Sabah olduğunu alarm çaldığında fark etmiştim. Gökyüzü, olgunluğa erişmiş kırmızı elma edasıyla tepemde salınıyordu. Sabah ritüelini aradan çıkarıp, çalışma masama yöneldim ki, zilin sesiyle irkildim. Henüz Alfred (harika gözleri olan karga) bile uğramamıştı. Gelen postacıydı. Sabahın yedibuçuğunda kapı ancak ve ancak borç için çalabilirdi diye düşündüm. Öyleydi. Gerekli noktaları damgaladıktan sonra içeri döndüm. Evde bu saatte bulunuyor olmam şans eseriydi. Kredi takibi böyle birşey heralde diye geçirdim içimden. Hangi saat diliminde ve nerde olduğumu hiç sekmeksizin biliyorlardı.. Rahat bir nefes alıp, keyifle oturmama izin yoktu. Bu lüks ancak ormanın derinliklerinde bir göl kıyısında mümkün görünüyordu...
Duygusal yanımı bastırmamı bekleme benden! Ağlamak cesaret ister! Bir baş kaldırıdır, isyandır ağlamak...Toplumun, seni; güçsüz diye yaftalamasına direnmektir.. Ağlayarak bağırmak, yakarmak yüzyıllardır kültürümüzün duygularına ayna olmuş ve feryat, figan, ağıt olarak adlandırılarak yaşamaya devam etmiş günümüze kadar. 21.yy da ne bu poker masası sendromları? Nedir bu kendini gizlemeler?Nedendir? Niçindir? Bilinmeden bu kayganlık ruhlarımızda?Kursağıma saplamaktansa bu kor gibi demir prangaları, göz yaşlarımla yıkarım günahsız yanaklarımı!..
Yorumlar
Yorum Gönder