Bir tiyatro oyununa gidip, oyundaki absürt bir karaktere gönül verdiğiniz oldu mu? Sanki o salondan çıktığımda, o da benim gibi yaşadığı yerin yolunu tutup, köhne ve pas kokulu bir binaya girip, dairesinde tv başında sabahlayacakmış gibiydi.. İkinci perdeye geçmeden kulise koştum. O karakterle konuşmalıydım. Karşımda o'nu gördüğümde, mimiklerinin yapmacıklığı miğdemde bir yumruk sancısı başlattı. Konuşmayı yarıda kesip, oradan uzaklaştım. Herşey oyundu, biliyordum. Hayran kaldığım karakterin, baharatlarla değişime uğramış bir yemek gibi yapmacık yaklaşımı iştahımı kaçırmıştı. İkinci perdeyi izleyemezdim.. Bozuk bir kafayla, çıktığım deliğe geri döndüm...
Duygusal yanımı bastırmamı bekleme benden! Ağlamak cesaret ister! Bir baş kaldırıdır, isyandır ağlamak...Toplumun, seni; güçsüz diye yaftalamasına direnmektir.. Ağlayarak bağırmak, yakarmak yüzyıllardır kültürümüzün duygularına ayna olmuş ve feryat, figan, ağıt olarak adlandırılarak yaşamaya devam etmiş günümüze kadar. 21.yy da ne bu poker masası sendromları? Nedir bu kendini gizlemeler?Nedendir? Niçindir? Bilinmeden bu kayganlık ruhlarımızda?Kursağıma saplamaktansa bu kor gibi demir prangaları, göz yaşlarımla yıkarım günahsız yanaklarımı!..
Yorumlar
Yorum Gönder